Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın vergi sisteminin gözden geçirilmesi gerekliliğine işaret eden açıklamaları kamuoyunda ciddi yankı buldu. Bu açıklamalar “vergi reformu” yapılacağı beklentilerine yol açtı.

Türkiye, Cumhuriyetin yeni yüzyılına daha güçlü ve daha müreffeh ülke hedefiyle giriyor. Bu hedefler için iyi dizayn edilmiş; ülkenin ihtiyaç ve hedeflerine uygun, küresel ekonomi ile senkronize, etkin, verimli ve elbette adil bir vergi sistemine ihtiyaç var.

Sorunlar Nerede Düğümleniyor?

Vergi sisteminin sadeliği ve yasaların bütünlüğü ile uyumu zaman içerisinde bozuldu. Türk vergi sisteminin bugünkü yapısı, temelde 1950 yılında yürürlüğe alınan Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi ve Vergi Usul Kanunu’na dayanıyor. Harcama vergilerindeki reformlar ise 1985’de yürürlüğe giren KDV ve 2002’de sisteme dahil olan ÖTV ile hayat buldu. Ancak bu kanunların her biri bugüne kadar çok sayıda değişikliğe uğramış olsa da bütünlüğünü ve tabiri yerindeyse dinamizmini adeta kaybetti. 1961 yılında kabul edilen ve tüm vergileme işlemlerinin usullerini düzenleyen Vergi Usul Kanunu, pek çok güncelleme geçirmiş olsa da ileri teknolojinin hüküm sürdüğü günümüz ihtiyaçlarına ne kadar cevap verebiliyor? Yine, 1985’de yürürlüğe giren KDV Kanununa sonradan eklenen pek çok istisnaya rağmen devreden KDV’nin iadesine yer verilmemesi ile bir etkinlikten söz edilebilir mi? Temel harcama vergisi olan KDV’ye ilave olarak pek çok üründen ÖTV alınmak suretiyle vergi gelirlerinin üçte ikisinin bu iki vergiye dayanır hale gelmesi ne kadar sürdürülebilir? Gelir etkisi yüksek diye ticari hayatın esası olan sözleşmelerden damga vergisi alınmaya devam edilmesi ne kadar makul? Soruları artırmak mümkün.

Vergi yasalarının çok sık değişmesi sistemin ahengini bozuyor, karmaşıklığını artırıyor, uyumu bozuyor. Önemli vergisel düzenlemelerin yürürlükleri için yeterince zaman tanınmaması piyasa için öngörülebilirliği azaltıyor.

Vergi kanunlarında sayısı her geçen gün artan istisna, indirim ve muafiyetlerin kanunların bütünlüğünü bozduğu bir vakıadır. İstisna, muafiyet ve indirimlerin etkinliğinin başlangıçta iyi ölçülmesi gerekir. 2023 yılı bütçesinde öngörülen vergi harcaması yaklaşık 994 trilyon TL’dir. Bu tutar toplam vergi gelirlerinin %27’sine denk geliyor. Vergi harcama kalemlerinin vergi adaleti, rekabet ve iktisadi etkinlik, vergi sisteminin tutarlılığı ve bütünlüğü noktasında gözden geçirilmesi gerekliliktir.

Vergi yükünün dağılımında sıkıntılar var. Ekonomideki verginin ağırlığı vergi yükü kavramı ile ölçülüyor. Vergi yükü, toplam vergi gelirlerinin milli gelire (GSYH) oranıdır. Türkiye’de vergi yükü 2020’de %23,9 olarak gerçekleşti. Bu oran, Avrupa ülkeleri arasında en düşük ikinci oran. Ancak bu, tek başına sağlıklı bir gösterge olamaz. Zira önemli olan bu yükün, vergi ödeyen kesimler üzerine nasıl dağıldığıdır yani vergiyi kimin ödediğidir. Sıkıntı burada başlıyor. 2022 yılında toplam vergi gelirlerinin %66’sı KDV ve ÖTV gibi harcamalar üzerinden alınan dolaylı vergilerden, %34’ü ise kazanç ve servetler üzerinden alınan vergilerden oluşmuştur. Bu yapı gelişmiş ülkelerde ise tam tersi.

Bu vergi yapısı neden sorunlu? Bir kere dolaylı vergiler ödeme gücünü dikkate almadıklarından vergi adaletini aşındırıyor. İkincisi, dolaysız vergilerin düşüklüğü vergi tabanının dar olduğunu, kayıt dışılığın yüksek olduğunu, beyan sisteminin iyi işlemediğini ve vergi kültürünün oluşmadığını gösteriyor.

Beyan esası yeterince uygulamaya geçmemiştir. Modern vergi sistemleri, ödeme gücü ilkesini ve gelir sahibine özgü durumları de esas alarak temelde kişilerin ve kurumların gelirlerini en iyi kendilerinin bilebilecekleri varsayımından hareketle herkesin kendi gelirini kendisinin beyan etmesine dayanır. Devlet ise mükelleflerin doğru beyan verip vermediklerini vergi incelemeleri ya da çeşitli denetim teknikleri ile her zaman kontrol etme yetkisini elinde tutar. 2022 bütçe gerçekleşmelerine göre toplam vergi gelirlerinin %13,5 gelir vergisinden oluşmuş. Detaya indiğimizde ise toplanan bu verginin %92’sinin gelir sahiplerince verilen beyanname ile değil stopaj yoluyla tahsil edildiğini görüyoruz. Sistem stopaj vergisine dönmüş adeta.

Beyan sisteminin geldiği noktada ve dolaysız vergilerin payının düşüklüğünde elbette çok sık yapılan vergi aflarının etkisi yadsınamaz.

Vergi sistemimizin etkinliği konusunda tereddütler var. Vergiler bir anlamda ekonomiden çekilen kaynaktır ve piyasaya müdahaledir. Bu bakış açısıyla vergileme tercihlerinin piyasada rekabeti bozucu olmaması, yüksek uyum maliyetleri ile mükellefleri ilave yüksek para ve emek maliyetine maruz bırakmaması beklenir. Vergi idaresinin de vergiyi toplarken optimal bir maliyetle bu işi yapıyor olması gerekir. Her iki etkinlik için de vergi sisteminin olabildiği ölçüde sade, mevzuatın açık, prosedürlerin kolay olması ve vergi idaresinin optimal insan ve teknoloji ile teçhiz edilmesi gerekir.

Uyumu kolaylaştırmak adına son yıllarda vergi teknolojilerinde büyük bir gelişme yaşanmakla birlikte bu alanda daha ileri teknolojiler için ilave yatırımlara ihtiyaç olduğu görülüyor.

Revizyon mu Reform mu?

Yukarı belirttiğimiz temel sorun alanları başlıkta da belirttiğimiz gibi Vergi Sistemini Yeniden Düşünmemizi gerekli kılıyor. Bu ihtiyaç, Cumhurbaşkanı Yardımcısı düzeyinde de ifade edilmiş durumda. Ancak bunun mevcut kanunlarda yapılacak kısmi düzenlemelerle ile mi sınırlı kalacağı yoksa daha temeldeki problemleri ortadan kaldıracak şekilde yapısal reformlar yapılarak mı gerçekleşeceği merak konusudur. İçinden geçilen ekonomik süreçte gelirlerde azalmaya neden olabilecek düzenlemelerden kaçınılacağını tahmin ediyorum. Bu sebeple tedrici bir strateji uygulanacağını bekliyorum. Ekim’de Meclis açıldığında pek çok önemli vergi düzenlemesini içeren torba kanunları konuşacağımızı öngörüyorum.

Hangi Adımları Bekliyoruz?

Esasında Orta Vadeli Plan (2023-2025) ve bütçe metinlerine baktığımızda atılacak adımları kestirmek güç değil.

Gayrimenkul kaynaklı kazançların vergilendirilmesinde mevcut kuralların gözden geçirileceğini ve bazı istisnaların kaldırılabileceğini, gayrimenkul devirlerinde rayiç değerlerin esas alınacağı bir sisteme geçilebileceğini, tapu harçlarının oranlarının rayiç değer esasıyla birlikte düşürülüp kademelendirilebileceğini, emlak vergisinde matrah belirleme yöntemlerinin yeniden ele alınabileceğini, kat karşılığı/hasılat paylaşımı inşaat işlerinde arsa sahiplerinin vergi durumlarının düzenleneceğini düşünüyorum.

Özellikle gelir vergileri ile servet vergilerinde vergi tabanını genişletmeye yönelik daha önce vergilendirilmeyen alanların vergi kapsamına alınmasına yönelik adımlar atılabilir. Bu noktada dijital ekonomiyi ve teknoloji merkezli yeni iş modellerini kayıt altına alacak düzenlemeler yapılabilir.

Bunlarla birlikte vergi kanunlarındaki mevcut istisna, muafiyet ve indirimlerden etkin olmadığı düşünülenlerin kaldırılarak vergi harcamalarının düşürülmesi yoluna gidileceğini bekliyorum.

Tahakkuk etmiş vergilerin tahsilat yöntemlerine daha yenilikçi bir yaklaşım getirilebilir.

Vergi sisteminin sadeleştirilmesi noktasında adımlar atılabileceğini bu çerçevede, uzun yıllardır üzerinde çalışılan yeni Vergi Usul Kanunu ve Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunlarını tek kanunda birleştiren yeni Gelirler Kanunu’nun yeniden gündeme gelmesi muhtemeldir.


Hakkı SAYAN

Ortak, Yeminli Mali Müşavir

Diğer Makaleler