Enflasyon, dünya ve Türkiye ekonomisinde son yılların en belirgin ve karmaşık sorunlarından biri haline geldi. Hiç şüphesiz bu zorlu dönemden en fazla etkilenen kesim, ülkemizin çalışan nüfusu. Yani sabit gelirliler, ücretliler ve emekliler… Güncel istatistiki verilere göre; Türkiye'de ücretli çalışan sayısı neredeyse 15 milyona ulaşmış bulunuyor. EYT sonrası bir o kadar da emekli nüfusumuz var artık. Milyonlarca sabit gelirli vatandaş, enflasyonist rüzgarların ortasında kalmış durumda.

Enflasyon, ücret gelirlerinin reel olarak erimesine neden oluyor ve hane halkının satın alma gücünü azaltıyor. Bu durum, toplumun geniş bir kesiminin refahını olumsuz yönde etkilemekle kalmıyor, ekonomi yönetimine de yeni sorumluluklar yüklüyor.

Özellikle son dönemde çalışanların refah düzeyine doğrudan etki etmek adına bazı mühim adımlar atıldı. Asgari ücret ve emekli maaşı artışları yanında bazı vergisel istisnalarla, ücretlileri korumaya yönelik önemli icraatlar yapıldı.

Peki bu icraatlar yeterli oluyor mu?

Ücretlere Zam Yapmak Yeterli Mi?

Enflasyonist ortamda hane halkının rahat bir nefes alabilmesi amacıyla hükümetlerin aldığı tedbirler genellikle ücretlere zam yapmak şeklinde tezahür ediyor. Bu ilk bakışta mantıklı bir çözüm gibi görünse de, devamlı yükselen enflasyon nedeniyle ücretlerin reel değeri birkaç ay içinde eriyor ve satın alma gücü yine azalıyor.

Peki bizim hükümetimiz ne yaptı? Asgari ücrete tarihte emsali görülmemiş oranlarda zamlar yaptı. Ek olarak, asgari ücrete isabet eden vergiler de kaldırıldı. Bunlar çok önemli ve doğru adımlardı, ancak gelinen noktada hayat pahalılığının hızı, ücretlere yapılan zamları da yetersiz bıraktı.

Merkez Bankası Başkanı'nın son açıklamaları, enflasyonla mücadelenin kolay olmayacağını gösteriyor. Fiyat artışları bir süre daha devam edecek ve döviz kurlarının yükselmesi enflasyonu daha da körükleyecek. Asgari ücretteki artışlar, şirketlerin genel ücret düzeyine yansıyacak, bu da personel maliyetlerini artıracak. Şirketler de bu maliyet artışını fiyatlara yansıtmak zorunda kalacak. Bu durum, enflasyonun daha da artmasına ve reel ücretlerin daha da erimesine neden olacak.

Sonuç olarak, artan ücretlerin enflasyonu körükleyeceği bir döngü ortaya çıkacak. Bu karmaşık yapı, artık daha derinlemesine düşünmeyi ve farklı çözümler aramayı zaruri kılıyor. Yani enflasyonu telafi edecek şekilde ücretlere zam yapmak yanında; daha kapsamlı ve etkili stratejilerin de geliştirilmesi lâzım.

İşe Yine Asgari Ücretten Başlanabilir

Bütün ücretlileri yakından ilgilendiren vergi istisnası düzenlemesi, 2021 yılı sonu itibariyle kanunlaşarak yürürlüğe girdi. Buna göre bordrolu çalışanların asgari ücrete isabet eden gelirlerinden vergi alınmıyor. Hali hazırda geçerli olan aylık brüt asgari ücret 13.414,50 lira. SGK kesintileri ile birlikte yapılan aylık net asgari ücret 11.402 lira olarak hesaplanıyor.

Ancak, bu düzenlemeyle ilgili dikkat çeken bir nokta var. İlgili kanun maddesinde şöyle bir ifade mevcut:

"Şu kadar ki, istisnayı aşan ücret gelirinin vergilendirilmesinde verginin hesaplanacağı gelir dilim tutarları ve oranları, istisna kapsamındaki tutarlar da dikkate alınarak belirlenir."

Bu ne demek?

Yani, asgari ücrete isabet eden gelir de kümülatif olarak vergi dilimine dahil ediliyor. Gelir arttıkça, vergi tarifesinde bir üst gelir dilimine geçiyorsunuz, yani daha yüksek oranda vergi ödüyorsunuz. Dolayısıyla toplam gelir arttıkça asgari ücret istisnasının faydası da görece azalmış oluyor.

İşte tam da bu noktada bir adım atılabilir.

Bu sorunu çözmek için, yıllık asgari ücretin toplam tutarının vergi dilimi hesabına dâhil edilmemesi gerekiyor. Bunun için gelir vergisi tarifesinde bir değişiklik yapılabilir. Mesela, sadece ücret gelirleri için geçerli olmak üzere, yıllık toplam asgari ücret için %0 oranında bir başlangıç dilimi oluşturulabilir. Veyahut asgari ücrete isabet eden yıllık ücret tutarı vergi dilimi hesabına sokulmaz şeklinde bir kanuni düzenleme yapılabilir.

Başka Ne yapılabilir?

Bildiğiniz üzere vergi dilimleri, %15 oranından başlayıp sırasıyla %20, %27, %35 ve %40 şeklinde ilerliyor. Bu oranlar, gelir düzeyi arttıkça artıyor ve böylece daha yüksek gelir grubundakilerden daha fazla vergi alınıyor. Ancak mevcut durumda, özellikle düşük ve orta gelir grubundaki vatandaşların, enflasyon karşısında daha çok korunmaya ihtiyacı olduğu aşikâr.

Bu bağlamda, mevcut vergi dilimlerinin yeniden düzenlenmesi düşünülebilir.  %10, %15, %20, %25, % … gibi daha dar bantlarda artan bir tarife kurgulanabilir. Bu şekilde, daha fazla kademe sağlanarak daha yavaş artan oranlar oluşturulabilir. Bu yaklaşım, bir üst vergi dilimine geçmenin maliyetini azaltabilir ve düşük gelir grubundaki vatandaşların enflasyonist baskılardan daha az etkilenmesine yardımcı olabilir.

Tarifenin Güncellenmesi Meselesi

Gelir vergisi tarifesi yıllık olarak güncelleniyor. Örnek vermek gerekirse, 2022 yılı için gelir vergisinin ilk diliminde 32.000 TL olarak belirlenen miktar, bu yıl 70.000 TL'ye yükseltildi. Bu, %122'lik yeniden değerleme oranında, oldukça dikkat çekici bir artışı ifade ediyor. Ne var ki, gelinen noktada tarifedeki gelir rakamlarının çok küçük kaldığını görüyoruz.

Asgari ücret Temmuz ayında, 12 aylık dönem itibariyle %107 oranında arttı. TÜİK'in açıkladığı TÜFE artışının %40 olduğunu göz önüne aldığımızda asgari ücretin reel anlamda % 67 arttığını söyleyebiliriz.

Bu arada hem kamuda hem özel sektörde ara zamlar yapıldı. Bu zamlar aslında üst gelir dilimlerine çok daha çabuk geçilmesini beraberinde getirmiş oldu. Ara zamlara rağmen tarifenin yıl boyunca sabit kalması, ücretlinin brüt ücretinin artmasına rağmen net ücretinin sabit kalmasına, hatta azalmasına neden olabiliyor. Net ücretle çalışanlar için zam yapılması halinde, oluşan vergi yükü işverenin sırtında kalıyor. Kamuda ise yıl sonuna doğru ele geçen net ücret azalıyor.

Açıkçası, ücret zamlandıkça vergi de zamlanıyor gibi bir durum ortaya çıkıyor.

Bu durum, tarifenin yıllık olarak değil, söz gelimi 6 aylık periyotlarla güncellenmesi gibi, daha geniş bir vergi tarifesi revizyonu ihtiyacını ortaya koyuyor. Aksi takdirde mevcut tarife yapısıyla çalışanların haklarını korumak pek mümkün görünmüyor. Ayrıca işverenlere de ciddi anlamda vergisel yük biniyor.

Bütçenin Mevcut Durumu ve Vergi Yükünün Daha Adil Dağılımı

Son dönemde, yıllardır rastlanmayan boyutlarda vergi artışları yaşandı. Kurumlar vergisi, KDV, ÖTV ve harçlar gibi ana vergi kalemlerinde ciddi oran ve miktar artışları gerçekleştirildi. Bu durumun çok basit bir gerekçesi bulunuyor: Bütçemiz ne yazık ki açık veriyor.

Ancak bu açığı kapatma çabası içinde yapılan vergi artışlarının enflasyonu körükleyeceği aşikâr. Yüksek vergiler, talebi sınırlayarak enflasyonu belirli bir ölçüde kontrol altına alabilir, ancak bu durumu şimdiden kesin bir şekilde ölçümlemek zor.

Enflasyon, genellikle sıradan vatandaşı ve ücretlileri etkiliyor. O nedenle vergi politikasının bu kesimi en az etkileyecek şekilde kurgulanması gerekiyor. Eğer vergi alınacaksa, bu yükün toplum içinde adil bir şekilde dağıtılması gerekiyor.

Hükümetin ortaya koyduğu Orta Vadeli Plan’a göre, 2023-2025 yılları arasında merkezi yönetim bütçesinde vergi gelirlerinin Milli Hasıla’ya oranının %17 civarında olması öngörülüyor. OECD istatistiklerine göre Türkiye, vergi yükünün en az olduğu ülkelerden biri.

Ancak bütçe rakamlarımıza göz attığımızda, ücretlilerden alınan verginin bütçedeki payının hiç de az olmadığını görüyoruz. Kısacası, OECD istatistiklerine göre toplam vergi yükü az görünse de, bu yükün toplum içinde adil bir şekilde dağılımı konusunda sorunlarımız var. Artık bunu kabullenmemiz gerekiyor. Ücretlilerden daha az vergi almanın bütçeye ek yük getireceği kesin olsa da, daha adil bir vergi sistemi oluşturmak için artık daha cesur adımların atılması kaçınılmaz.

Ez cümle, ülkemizin ekonomik koşulları sürekli değişiyor ve vergi sisteminin de bu değişimlere hızla ayak uydurması gerekiyor.

Son Sözler

Vatandaşın ekonomik refahını artırmak için neler gerekli? Alınan tedbirler yeterli mi? Daha neler yapılabilir?

İşte bu soruların yanıtlarını, hep birlikte düşünmeli ve tartışmalıyız.

Enflasyonla mücadelenin sadece ücret artışlarıyla sınırlı kalamayacağı ortada. Yapılan ücret artışlarının daha yenilikçi düşünce ve uygulamalarla desteklenmesi gerekiyor. Bu doğrultuda belki de ilk icraat; daha adil bir vergi sisteminin inşa edilmesi.

Neden böyle söylüyorum?

Çünkü enflasyon, sadece bir ekonomi politikası meselesi değil, aynı zamanda toplumsal bir adalet sorunudur.


İsmail Vefa AK

Ortak, Yeminli Mali Müşavir

Diğer Makaleler