Vergi mevzuatımıza göre tahakkuk ettirilmiş ancak vadesinde ödenmemiş olan kamu alacaklarına gecikme zammı uygulanmaktadır. İşte bu oran, geçtiğimiz ay Resmî Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararıyla %2,5'e çıkarıldı. Gecikme zammı oranı daha önce aylık %1,6 olarak uygulanmaktaydı. Yapılan düzenlemeyle, vergi borçlarına uygulanan gecikme zammı oranı yıllık %19,2’den %30’a yükseldi ve böylece, vergi borçlarını geç ödemenin mükellefe olan maliyeti de artmış oldu.
Bu düzenlemeye neden ihtiyaç duyuldu?
Covid-19 salgınının makro ekonomik göstergeleri fevkalade olumsuz etkilediği son 2 yıllık dönemde; Maliye, vergi borcu olan mükelleflerin üzerine pek fazla gitmedi. Hatta mücbir sebep uygulamaları ve af kanunlarını hayata geçirmek suretiyle, vergi borçları ile bunların zam ve faizlerini affetti, taksitlendirdi veya öteledi. Bu dönem içerisinde, vergi gelirlerinin Hazinenin kasasına geç intikal etmesi, kamu bütçesinin en büyük problemlerinden birisi haline geldi.
Enflasyonist dönemlerde “paranın zaman değeri” kavramı, daha çok önem kazanır. Bu kavrama göre; bugün elde edilecek para, gelecekte elde edilecek paradan daha değerlidir. Çünkü bugün elde edilecek para ile yatırım yapılarak getiri elde etmek mümkündür. Kamu bütçesi için de bugün tahsil edilen vergi, gelecekte tahsil edilecek vergiden daha değerlidir. Vergi borcunun bugün ödenmemesi, aslında devletin kamu hizmetleri için kullanacağı paradan bugün mahrum kalması anlamına gelmektedir. Vergi borçlarının ötelenmesi, yüksek enflasyon ortamında Hazine gelirlerinin reel olarak erimesine yol açar. Enflasyon, nasıl şirketlerin bilançolarını bozuyorsa, aynı şekilde devlet bütçesini de olumsuz etkilemektedir. İstatistiklere göre kağıt üzerinde, vergi gelirleri artmış görünse bile, enflasyon etkisini giderdiğimizde, vergi gelirlerinin reel olarak artmadığı veya çok az arttığı ortaya çıkmaktadır. Memura, işçiye, emekliye yapılan zamlar kamunun finansman ihtiyacını doğurmaktadır. Devletin en önemli finansman kaynağı ise hiç şüphesiz vergi gelirleridir. Ancak geç gelen paranın hayrının olmaması gibi,
zamanında tahsil edilmemiş vergi de bir ölçüde topluma daha az ve daha geç kamusal fayda sağlamaktadır.
Esasen gecikme zammı ve gecikme faizi gibi uygulamalar; Hazine’ye vergi gelirinin zamanında intikal etmemesi nedeniyle vergi mükelleflerine uygulanan yaptırımlardır. Ancak bu oranların düşük olması, istismarlara sebebiyet verebiliyor. Vergi mükellefleri, geç ödeme maliyetinin düşük olması sebebiyle, ödeyecekleri vergileri tüketimde veya bireysel yatırımlarda kullanabiliyorlar. Mükellef, vergi için yatıracağı parayı vadeli mevduat hesabına yatırıp bankadan faiz geliri elde edebiliyor. Hatta vergi ödemesi için yatıracağı parayla otomobil alıp, son dönemdeki fahiş fiyat artışları sebebiyle çok ciddi kâr eden vergi mükellefleri bile var.
İşte bu istismarların ve geç tahsil edilen vergi gelirlerinin bütçeyi bozmasının önüne geçmek amacıyla, gecikme zammı oranlarının artırılmasına ihtiyaç duyulmaktaydı. Bu anlamda bana göre; Maliye açısından oldukça yerinde ancak geç kalınmış bir düzenleme yapılarak gecikme zammı oranı artırıldı.
Mükellefler de iadelerin geç yapılmasından şikayetçi
Enflasyon ortamında, gerek kamu gerek özel sektörde her türlü ödemenin gecikmesi mağduriyetler oluşturabiliyor. Vergi ödemelerinin geciktirilmesi bütçe gelirlerini reel olarak nasıl eritiyorsa, geciken vergi iadeleri de mükellefleri mağdur ediyor. Bazı vergi türlerinde, Maliye’nin gerekli kontrolleri yapıp iadeye onay vermesi 1 yıldan uzun sürebiliyor. Bu süre içerisinde, yüksek enflasyon nedeniyle iade alınacak para, önemli ölçüde değer kaybetmiş oluyor. Ancak geç yapılan iadeler için mükellefe herhangi bir gecikme faizi ödenmesi de mevzuatımızda öngörülmüyor.
Vatandaş da haklı olarak; “Şayet ben geç ödeme yaptığımda gecikme zammı ödemeye mahkum oluyorsam, iademi zamanında yapmayan Maliye neden bana gecikme faizi ödemiyor?” diye soruyor.
Erken ödeme yapan mükellef ödüllendirilebilir mi?
Türk mâli tarihinin tabiri caizse en “kallavi” yasaları arasında yer alan ve kamu alacaklarının tahsili için adeta Anayasa sayılan bir kanunumuz var: 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun. Bu
Kanun, yaklaşık 70 yıl önce yürürlüğe girmiş ve o dönemden bugüne kadar ana omurgası itibariyle pek fazla değişikliğe de uğramamış. Kanun temel olarak; vergi borçları dahil tüm kamu alacaklarının devlet tarafından nasıl tahsil edileceği, bunun usullerinin neler olduğu, kamu alacağının tahsil edilememesi halinde ne gibi yaptırımlar uygulanacağı hususlarını düzenliyor.
6183 sayılı Kanun’a 1996 yılında o dönem iktidarda olan Refahyol hükümeti tarafından çok önemli bir madde eklenmişti. “Erken Ödeme İndirimi” başlığını taşıyan bu kanun maddesi; kamu alacağının vadesinden önce ödenmesinde belirli bir oranda indirim yapılmasını öngörüyordu. Bu maddeyle, ödeme tarihinden kanuni ödeme süresinin son gününe kadar, her gün için aylık %4 oranında indirim uygulanacağı düzenlenmişti. İndirim uygulamasında, sürelerin hesabında bir ay 30 gün olarak kabul edilmekte ve ödemenin yapıldığı gün dikkate alınmamaktaydı. Cumhurbaşkanı (o dönemde Bakanlar Kurulu); indirim oranını %0 olarak belirlemeye veya %8’e kadar artırmaya yetkili kılınmıştı.
Bundan tam 26 yıl önce yasayla ilgili olarak TBMM’de bir hayli ateşli tartışmalar yapılmış. O dönemdeki Plân ve Bütçe Komisyonu raporunu incelediğimizde, iktidar milletvekillerinin erken vergi ödemesinin teşvik edilmesi gerektiğini savunduklarını görüyoruz. Kanun gerekçesinde de aynen şu ifadeler geçiyor:
" … mevcut sistemde geç ödemeler nedeniyle gecikmenin bedeli olarak borçluya ilave malî yük getirilmiş olmasına rağmen, borcunu erken ödeyen borçlunun yararlanacağı bir düzenleme bulunmamaktadır.”
Madde görüşmelerinde, muhalefet partisi milletvekilleri de çeşitli gerekçelerle yasal düzenlemeye karşı çıkmışlar. Konulan muhalefet şerhinde maddenin Anayasa kuralları ile bağdaşmadığı, eşitlik ve adalet ilkelerini zedelediği, devletin itibarını sarstığı gibi gerekçeler ileri sürülmüş.
Hükümet de cevap olarak; maddenin mükellefe herhangi bir emredici hüküm getirmediği, borcunu geciktiren mükellefe uygulanan gecikme zammı karşılığında erken ödeme yapan mükellefe de bir indirim yapılmasının tabii olduğu, şeklinde açıklamalarda bulunmuş.
Her neyse, daha sonraki süreçte malum 28 Şubat döneminin çetin şartlarında; yasal düzenlemenin üzerinden çok fazla bir zaman geçmeden hükümet değişikliği oldu. Yeni hükümet de, maddede Bakanlar Kurulu’na verilen yetkiyi kullanarak indirim oranını %0 (sıfır) olarak belirledi ve maddenin uygulamasına fiilen son verdi.
Erken ödeme indirimi yeniden tartışılabilir
Eğer amaç, vergilerin zamanında ve eksiksiz bir şekilde Hazine’ye intikalini sağlamaksa, yaptırımlarla birlikte bazı teşvik unsurlarının da devreye sokulması lâzım. Vergi borcunun 1 ay geç ödenmesi, mükellefe aylık %2,5 oranında ilave bir gecikme zammı maliyeti getiriyor. Geç ödeme için uygulanan bu yaptırımla birlikte, erken ödeme için de belirli bir oranda indirim sağlanabilir. Bunun için gerekli yasal alt yapı zaten hazır. Erken ödeme indiriminde, indirim oranı %0 olarak belirlendiği için, günümüzde böyle bir uygulama bulunmuyor. Ancak kanun maddesi, yürürlükten kalkmış değil. Alınacak bir Cumhurbaşkanı Kararıyla uygulamanın yeniden hayat bulması mümkün. Böyle bir uygulamaya geçildiği takdirde, nakit durumu müsait olan mükellefler bu avantajdan faydalanmak adına erken ödeme yapabilirler. Böylece günümüz enflasyon ortamında vergi gelirlerinin hazineye erken intikali açısından önemli bir katkı sunulmuş olur. Bu uygulama zaten ihtiyarilik barındırdığı için durumu müsait olmayan mükelleflerin erken ödeme gibi bir mecburiyeti de zaten olmayacaktır.
İngiltere’de belediye vergilerinde veya ABD’de farklı eyaletlerde muamele vergilerinde erken ödeme indirimi uygulaması mevcut. Dünyada gerçekleşen uygulama örneklerini çoğaltmak mümkün. Ülkemizde de hali hazırda gelir ve kurumlar vergisi için belirli şartlar altında %5 vergi indirimi müessesesi yürürlüktedir. Ancak mevcut haliyle bu düzenleme verginin erken ödenmesini teşvik etmemekte, ayrıca diğer vergi türlerini kapsamamaktadır.
Şunu belirtmeliyim ki, bu türden uygulamalar sorunlara yalnızca geçici çözümler üretmektedir. Esasen genel ekonomik gidişatın iyi olması, vergi gelirlerini ve böylece kamu bütçesini zaten olumlu etkileyecektir. Ancak son yıllarda dünya genelinde yaşanan ekonomik ve siyasi krizler; Türkiye de dâhil olmak üzere istisnasız bütün devletlerin ekonomik istikrarını bozmuştur. Bahsettiğim türden tedbirlerin uygulanabilirliği
üzerinde elbette tartışılması, muhtemel finansal etkisinin araştırılması gerekir. Zira ekonominin bugünkü gidişatı, yeni açılımlara ve pratik tedbirlere olan ihtiyacı açık bir şekilde ortaya koymaktadır.